* TURKSAT 4A GÜNCEL KANAL VE FREKANS LİSTESİ (ÜCRETSİZ ATV HD, STAR HD, SHOW HD, FOX HD VE DİĞERLERİ)
* TÜRKİYE, AVRUPA VE ORTA DOĞU İÇİN OTOMATİK AYAR BİLGİLERİ İLE BİRLİKTE SIKÇA SORULAN SORULAR KÖŞESİ
* UYDU ANTEN KURULUMCULARINA PARA ÖDEMEDEN AYARLARINIZI KENDİNİZ YAPABİLİRSİNİZ
Uzayda yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uzayda yaşam etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ocak 2014 Pazartesi

UZAY ve YAŞAM OLASILIĞI

 
 
NASA 1979 yılında D.D zeki yaşamı araştırmak amacıyla SETİ projesini başlattı. Uzaya radyo sinyalleri göndermek ve sayısız gezegenlerden gelme ihtimalini düşündüğümüz sinyalleri alarak çözme yoluna gitme, Dünya Dışı uygarlıkları tanıma yolunda atılmış olumlu bir adımdır.
“Dünya Dışı Varlıklardan”dan gelmesi olası radyo dalgalarını dinlemek amacıyla kullanılan Dünyanın belli başlı radyo teleskopları şunlardır:
  • The Arecibo İonospheric Observatory, Porto Riko.
  • National Radio Astronomy observatory, Green Bank- West Virginia.
  • Eski Sovyetler Birliği’ndeki sekiz tabaklı radyo teleskop.
  • Kafkaslardaki büyük radyo teleskop.
  • ABD’de SETİ Projesi’nde 1979 yılından itibaren kullanılmaya başlanan çok duyarlı radyo teleskoplar. Bunlardan en büyüğü Arizona’daki radyo teleskoptur.
  • 1995 yılında Avustralya’nın doğusundaki Parkes Kenti’nde, günümüzün en modern uzay haberleşme merkezi oluşturularak “Phoenix Projesi” adı altında çalışmalara başlandı
1977 ile 1990 yılları arasında gök bilimciler çok değişik takım yıldızlardan bazı sinyaller aldılar. Bu sinyaller açıklanamadı ve aralarından hiçbiri de yenilenmedi. Şimdi tarihlerine göre sinyalleri incelemeye çalışalım:
15 Ağustos 1977. Yay Takımyıldızı:
Ohio Eyaleti radyo teleskopunda görevli bir araştırmacı “wow” sesi olarak tanımladığı bir sinyal aldı. Bu sinyal bir daha asla duyulmadı.
10 Ekim 1989.Yay Takımyıldızı:
Harvard META (Megachannel Extra Terrestrial Assay) radyo teleskopundan alınan 40 sinyalden biri kaydedildi.
14 Ağustos 1989.Başak takımyıldızı:
META tarafından bir başka sinyal daha kaydedildi. Dünya Dışı zekanın yayında olduğunu düşündüren türde bir sinyaldi.
16 Ağustos 1989.Balık Takımyıldızı:
Bu kez de META tarafından kaydedilen sinyal belirli aralıklarla tekrarlanıyordu. Kontrol edilme aşamasında kesildi.
15 Kasım 1989.Kasiope Takımyıldızı:
Bu META sinyali bir yıldızdan çok Dünya Dışı varlık tarafından veriliyormuş izlenimini yarattı.
9 mayıs 1990.Yılan Taşıyan Takımyıldızı:
Avustralya’da bulunan Parkes radyo teleskopu tarafından kaydedildi. Büyük bir olasılıkla Dünya Dışı zeka tarafından gönderildiği öne sürüldü.
Yukarıda sıralanan bu radyo sinyallerinin ya da hala açıklığa kavuşturulamayan mesajların alınmış olması insanı gerçekten heyecanlandırıyor: Dünya Dışı varlıkların bizlere ulaşabilmek için yayın yaptıkları fikri, araştırmacılar için son derece gerçekçi bir kanıt gibi görünüyor. Yine de hatırlanması gereken nokta bu mesajların çözülememiş olarak kalmalarıdır. Prof. Sagan’ın dediği gibi mesajlar Dünya Dışı zeka için çok basit olabilir. Fakat biz Dünyalılar bu sinyallerin anlamını çözebilmek için belki de yıllar boyunca araştırma yapmak zorunda kalacağız. Dünya Dışı varlıklar için çok kolay olan bu sinyaller bizim için karmaşık ve gizemli olmaktan öteye gitmiyor.

Her durumda, radyo-astronominin uzayı tanıma konusunda dünyaya büyük yardımları olduğunu inkar edemeyiz. Dünyada bulunan en büyük radyo-radar gözlemevi Puerto Rico adasındadır. Cornell Üniversitesi uzmanları tarafından yönetilen Arecibo gözlem çanağının çapı 305 metredir. Radyo-radar gözlem çanağının yansıtıcı yüzeyi, çanak biçimli bir vadiye daha önce yerleştirilmiş bir kürenin bölümünü oluşturur. Uzayın derinliklerinden radyo dalgaları algılar. Aldığı bu radyo dalgalarını çanağın tepesindeki antene aktarır. Anten elektronik bağlantılarla kontrol odasıyla temas halindedir. Alınan sinyal kontrol odasında çözümlenir. Bunun tersine, teleskop bir radar vericisi olarak kullanılırsa, sinyalle beslenen anten çanağa sinyali geçirir, o da uzaya yansıtır. Arecibo gözlemevi uzaydaki uygarlıklardan sinyal elde etmek için kullanıldığı gibi, bir defasında da Dünyadan bir mesajı M13 adı verilen yıldızlar kümesine göndermek için kullanıldı. Böylece yıldızlar arası diyalog kurma isteğimizi D.D varlıklara da anlatmaya çalışmış olduk.

Radyo dalgaları ışık hızıyla giderler. Bu da yıldızlar arası bir yolculuğa çıkan en hızlı uzay aracından 10.000 kez daha büyük bir sürat demektir. Radyo-teleskoplar, dar frekans dalgaları üzerinden öylesine yoğun sinyaller yayarlar ki , çok geniş yıldızlar arası mesafelerde bile alınabilirler.
Arecibo gözlemevi, Samanyolu galaksisinin orta yerinde 15.000 ışık yılı uzaklıktaki bir gezegende kurulmuş benzer bir gözlemeviyle iletişim kurabilir. Yeter ki, radyo-teleskopumuzu hangi noktaya yönelteceğimiz bilinsin. İleri uygarlıklar haberleşme alanında radyodan daha öte yöntemler geliştirmiş olabilirler. Ne var ki radyo güçlü bir kaynaktır, ucuzdur, hızlı ve basittir. Bizim gibi geri kalmış bir teknolojiye sahip bir uygarlığın, göklerden mesaj alabilmek için radyo teknolojisine başvurmak zorunda kaldığını anlayabilirler.

Uzayda yaşam bildiğimiz gibi olmayabilir

 
Almanya’da düzenlenen Avrupa Gezegen Bilimi Kongresinde, ”Yaşanabilir gezegen nasıl tanımlanır” ve ”Ne tür bir yaşam aranmalı” sorularına cevap aranıyor.
Başkent Berlin yakınlarındaki Potsdam’daki kongreye katılan Viyana Üniversitesi Astronomi Enstitüsü’nden Johannes Leitner, ”dünyadaki yaşamdan bilinenlerin üzerine inşa edilen mevcut yaşam tanımının radikal biçimde değiştirilmesi zamanının geldiğine” inanıyor.
Leitner, kongreye sunduğu bildiride, ”Metabolizmaları için ne suya, ne karbona ne de oksijene ihtiyaç duyan yaşam biçimlerini dışlayamayız” ifadesine yer verdi.
Karbon ve sudan başka şeylere ihtiyaç duyan ”en egzotik yaşam biçimlerini” ortaya çıkarmak için Leitner ve farklı alanlardaki uzmanların mayıs ayında Viyana’da oluşturduğu ekip, biyolojik göstergeleri tanımlamaya çalışıyor.
Ekip, mevcut tanımıyla güneş ya da bir yıldız etrafında dönen, yüzeyinde suyun sıvı halde bulunabileceği bir gezegenin ”yaşanabilir bölge” olarak adlandırıldığını, ancak bunun daha geniş bir bağlamda ele alınması gerektiğini ve ”metan, amonyak, su karışımları ve diğer solventler gibi sıvılarda yaşamın gelişebilmesine olanak sağlayacak başka bölgeler olabileceğini” düşünüyor.
Leitner, bu türden ”egzotik” yaşam biçimlerinin sadece dış gezegenlerde (exoplanet) değil, Dünyanın yer aldığı güneş sisteminde de bulunabileceğini belirtti.
Amerikan Ulusal Araştırma Konseyi (NRC), 2007′deki ”gezegen sistemlerinde organik yaşam sınırları” başlıklı raporunda, Dünyadakinden farklı yaşam biçimleri olasılığının hesaba katılması çağrısında bulunmuştu. Her ne kadar NASA şimdiye kadar ”suyu izleyerek” güneş sisteminde yaşam aradıysa da NRC, başka çevrelerde yaşam olasılığını dışlamak için bir neden olmadığı görüşünü savunuyor.
kaynak: ntvmsnbc

Uzayda Yaşam

Uzayda uygarlık arayanlara ipuçları
Uzayda başka bir yerlerde ‘akıllı yaşamın’ olup olmadığı, varsa bu yaşamın gelişmiş bir medeniyet düzeyinde olup olmayacağı yüzyıllardır astronom ve diğer bilimcilerin kafa yorduğu konulardan. Bunu açıklığa kavuşturma yolunda bugüne kadar yürütülen çalışmalar, özellikle Dünya istikametine gönderilmiş olabilecek radyo dalgalarının varlığını araştırmaya odaklandı hep. Ancak belki onların bizi arayıp bulmak gibi bir derdi olmayabilir. Hatta belki de başkalarının onları bulmasını bekliyor olabilirler. ABD Illinois’deki Fermi Ulusal Hızlandırıcı Laboratuarı’ndan Richard Carrigan, uzayda yaşam arayışına ilişkin bazı temel ipuçlarını sıraladı. Uzaylı arayanların dikkatine…



Dünya’daki ışıklar, geceleyin yakın uzaydan görülebiliyor. Dolayısıyla başka bir gezegendeki medeniyet de kendi ışıklarını yayıyor olabilir. Ancak bunu tespit etmek çok zor. Çünkü, örneğin Dünya’daki tüm elektriğin kullanıldığı dev bir lamba bile yapsanız, onun ışığı Dünya’nın yüzeyine düşen hafif bir Güneş ışığının binlerde biri düzeyinde olacaktır. Dolayısıyla bu bilginin, başka gezegenlerden yayılan ışıklar için de geçerli olduğunu söyleyebiliriz.


Güneş Sistemi dışındaki gezegenlerin atmosferlerinde kimyasal kirletenler olup olmadığına bakılabilir. Örneğin kloroflorokarbon gibi yapay bileşikler, çok uzaktan tespit edilebilecek işaretler bırakıyor atmosferde. Şöyle ki, bu gazlar karakteristik dalga boyundai kızılötesi ışığı büyük ölçüde emiyorlar ve bu şekilde tespit edilebiliyorlar. Ancak bunun için bugün sahip olduklarımızdan çok daha gelişmiş ve hassas kızılötesi teleskoplar gerekiyor.



Nükleer atıkları bir yıldıza gönderip yoketmek, orada oluşacak nükleer fisyon sonucunda çok büyük miktarlarda teknetium ve neodimium gibi nadir elementlerin ortaya çıkması demek. Bu denli büyük miktarlardaki elementler, yıldızın ışığında tespit edilebilir. Ancak bu miktarın, örneğin teknetium için, 100 bin tondan fazla olması gerekiyor. Bugüne kadar Dünya’daki tüm nükleer reaktörlerde ortaya çıkan teknetiumun 100 ton civarında olduğunu belirtelim.


Uzaydaki başka bir medeniyet teknolojik açıdan o denli gelişmiş olabilir ki, güneş enerjisinden yararlanmak için Dyson küresi gibi sistemler kullanıyordur. Bu teorik ‘koza’ sistemi, yıldızın etrafını sarıyor ve yayılan ışığı yönetiyor. Böyle bir durumda elbette yıldızdan dışarıya yayılan ışıkta azalma olacaktır ama Dyson küresi de bu sırada sürekli ısınacağı için Dünya’dan görülebilecek derecede yoğun kızılötesi ışın üretebilir. Bugüne kadar uzayda tespit edilen bazı ‘kozamsı’ olumuşlar, Dyson küresini akla getirdiyse de, genellikle yıldızı saran hidrojen gazı bulutu, toz bulutu ve hatta asteroid katmanı olarak yorumlandı.



Sadece bir yıldızı değil pek çok yıldızı kapsayan bir Dyson sistemi kurulmuş olabilir. Bu teorik yapı, galaksideki pek çok yıldızın ışıklarını azaltacağı için Fermi baloncuğu olarak adlandırılan bir ‘karanlık alan’ oluşturabilir. Bunlar da tabi ki daha fazla ısı yayacak ve kızılötesi ışıkta görülebilecek. Ancak bir karanlık alanın Fermi baloncuğu olup olmadığını anlamak çok zor. Özellikle spiral galaksilerde bu tür karanlık bölgeler ve toz bulutları bolca bulunuyor. Daha simetrik, eliptik galaksiler araştırma açısından daha uygun.



Çok gelişmiş bir uygarlık, enerjisi azalmakta olan kendi yıldızını modifiye edip yok olmaktan kurtulabilir. Malum, yıldızlar yaşlandıkça çekirdeklerindeki hidrojen de azalır ve yaydığı ısı ve ışık düşer. Bu da çevresindeki gezegenlerde yaşayan canlıların hayatını sonlandırabilir. Eğer bu medeniyetlerden biri son derece güçlü ve ileriyse, farklı yollarla yıldızın ömrünü uzatabilir. Örneğin yıldızın dış çeperindeki hidrojenle çekirdeğindekini karıştırabilir, bazı elemenentleri yıldızdan ayırabilir ya da merkezdeki basncı değiştirmek için yıldızın dönüş hızını bile ayarlayabilir. Ve elbette tüm bunlar yıldızın uzaktan izlenen davranışlarında değişikliğe yol açar.


Kaynak: ntvmsnbc

Mars’ta Yaşam İzi Bulundu..

Ara 04 2012

Mars keşif aracı Curiosity’nin görev ekibinde yer alan John Grotzinger, Kızıl Gezegen’in yüzeyinde ilkel yaşam izlerine rastlandığını belirtti. Elde edilen sonuçların, kesinleşmesi için birçok testten geçirilmesi gerektiği ifade edildi.
NASA, Curiosity’nin Mars kumundan topladığı numuneler üzerinde yapılan analizler sonucunda, ‘tarihi bir keşif yapılmış olabileceğini’ açıklamıştı. Mars yüzeyinde Ağustos ayından bu yana keşif yapan Curiosity’nin elde ettiği bulgular, bir hafta süren değerlendirmelerin sonucunda bugün kamuoyuna açıklandı.
Curiosity ekibinde yer alan bilim insanları, Kızıl Gezegen’in toprağında karmaşık kimyasal yapılar tespit ettiklerini, aynı zamanda uzun zamandır aradıkları organik bileşiklerin izine rastladıklarını belirtti. Mars’ta ilkel yaşam izlerine ilk kez ulaşıldığına dair tarihi bir açıklama yapılırken, bulguların kesinleşmesi için numunelerin Dünya’ya getirilmesi ve burada analiz edilmesine kadar uzanan kapsamlı testlerin yapılması gerektiği ifade edildi.
YAŞAM İZİ NEREDEN GELDİ?
Curiosity’nin Mars yüzeyinden topladığı numunede klor, sülfür ve su izine rastladığı açıklandı. Bu elementlerin yanı sıra, karbon içeren kimyasalların, yani organik moleküllerin (yaşamın yapı taşı olan bloklar) izine rastlandığı ifade edildi.
Bu element ve moleküller, Curiosity’nin Mars Numune Analizi (SAM) donanımı tarafından tespit edildi. Curiosity, robotik kolunun ucundaki kepçeyle Mars kumu ve toprağını süzdükten sonra bu donanıma boşaltıyor ve numunelerin bileşikleri tespit ediliyor.
John Grotzinger, basın toplantısında yaptığı açıklamada, Curiosity’nin gerçekleştirdiği analizlerin doğruluk payına dikkat çekerken, daha çok test yapmaları gerektiğini söyledi. Grotzinger, “Curiosity mükemmel çalışan ve son derece hassas olan bir donanıma sahip. Bu donanım Mars yüzeyinde elde ettiği numunelerde organik moleküller keşfetti. Bunun test edilmesi gerekiyor. Dünya’ya getirilecek numunelerin analiz edilmesi gerekiyor. Bu organik moleküller nereden geldi, Mars çevresinde mi oluştu yoksa başka bir yerden mi geldi bunu anlamamız lazım” dedi.
Curiosity ekibi, yapılan tespitin ardından sorulması gereken en önemli sorunun, bu bileşiklerin Mars’ın doğasında mı oluştuğu veya diğer kozmik cisimler tarafından mı Kızıl Gezegen’e taşındığını anlamak olduğunu ifade etti. Dahası, bu yaşam izlerinin, Curiosity tarafından Dünya’dan Mars’a taşınmış olabileceği belirtildi.

‘TESTLER SÜRECEK’
Curiosity’nin SAM baş analisti Paul Mahaffy, Grotzinger’in ardından söz alarak, “SAM, organik moleküllere ait kesin bir tespitte bulundu diyemeyiz… Her ne kadar organik bileşikler bulmuş olsa da, ilk olarak bu bileşiklerin Mars’a özgü olup olmadığını anlamamız lazım” dedi.
NASA yaptığı basın açıklamasında, “Tespit edilen klorun büyük olasılıkla Mars’a ait olduğunu ancak karbonun Curiosity aracılığıyla Dünya’dan gelmiş olabileceğini” ifade etti.


Curiosity, en son elde ettiği bulguları Sharp Dağı’na giden yolun üzerinde bulunan rüzgarlı ve kumlu ‘Rocknest’ bölgesinde keşfetti. Curiosity, dev Gale Krateri’ne indikten sonra kapsamlı analizler gerçekleştirmek için Sharp Dağı’na ilerliyor.
Grotzinger, 2.5 milyar dolarlık nükleer enerjili keşif aracının, yakın zamanda sondaj çalışmalarına da başlayacağını ifade etti. Mars’a gönderilen en gelişmiş uzay aracı olan Curiosity, en az 2 yıl süreyle Gale Krateri’nde keşif yapacak.
Grotzinger, bugüne kadar Curiosity’nin Dünya’ya çok büyük ve çok önemli miktarda veri gönderdiğini, kamuoyuyla paylaştıkları fotoğraf sayısının 11 bini bulduğunu belirtti. ABD’li araştırmacı, bir hafta boyunca bekleyen açıklamanın oldukça önemli olduğunu belirtirken, Curiosity ekibi, uzay aracının birçok önemli keşifte bulunduğunu ve antik bir nehir yatağı keşfinin ‘inanılmaz’ olduğunu ifade etti.
Kaynak: nasa, ntvmsnbc